29 Kasım 2010 Pazartesi

ARTER'DEN İKİNCİ SERGİ


İlk sergisile sanat piyasasına bomba gibi giren Arter’den ismindende anlaşılıcağı gibi ikinci sergisi gelmiş açılmış izlenilmeyi bekliyor durumda. 27 Kasım sanatçılara özel açılışının ardından 28 Kasım itibari ile halka açılışını gerçekleştirmiş bulunuyor. Küratörlüğünü Emre Baykal’ın yapmış olduğu “İkinci Sergi” adındaki sayısal referans, bir sanat kurumunun sanatsal etkinlik programı içindeki ardışıklığı, ve sayma eylemindeki devamlılıkta olduğu gibi, kurumsal bir sürekliliği hatırlatmak istiyor.
Sanatçıları ise;
 .-_-.
Halil Altındere
Burak Arıkan
Volkan Aslan
Vahap Avşar
Banu Cennetoğlu – Yasemin Özcan Kaya
Ayşe Erkmen
Hafriyat:
Murat Akagündüz,
Antonio Cosentino,
extramücadele,
İnci Furni,
Mustafa Pancar.
Ali Kazma
Aydan Murtezaoğlu – Bülent Şangar
Ahmet Öğüt
İz Öztat
Cengiz Tekin
Canan Tolon

İzlenilmesi, görülmesi, gösterilmesi gerek...

18 Kasım 2010 Perşembe

BİR FANZİNDE BİZDEN OLSUN ....

Artık fanzin olayına da el atmak için kolları sıvadık. 100 numara sanat atölyemizden sevgilerle el emegimizin farklı bir yaratımı olarak sizlerle bulusucak yakında pek çok yakında. Şu bayram ziyafetini atlatalım geliyor.

100 numara mı dediğinizi duyar gibi oluyorum =)

Evet 100 numara Sanat Atölyesi


Fransızlardan evrimleşerek lugatımıza karışmış tuvaletin bir diğer adı 100 numara.

Öncelikle neden atölyemizin adı 100 numara onu açıklıyayım. Okulumuzda yer problemi nedeni ile artık erkekler tuvaleti biz 4. sınıf öğrencilerinin üretim mekanı olarak bir kızlar topluluğu olan Barasinga =) ya mâl edilen bir mekan olarak hayat bulmuş bulunuyor. Hayata dönüşen bu atölye feminist kokularıyla da hayat buldu ve bulmayada devam etmesini ümid ediyoruz.

Bir çok yanıyla aykırı olan atölyemiz başta seramiğin baglamlarına ters düşen hareketleriyle varlığına başladı. Endüstiyel seramik olarak var olan tuvalet mekanı artık sanatsal seramik mekanı olarak endüstriyelleşmeye karşı olmuş bulunuyor.

 Bölümümüzde artık bir erkekler tuvaleti yok. Bir elin on parmağını geçmeyecek sayıdaki erkekler topluluğunun kendilerine ait olan tek mekan tuvaletleride yok yani artık. 100 numara Sanat Atölyemizin de başta tek erkek ziyaretçisi sevgili hocamız İnsel İnal’dır. Bakalım nasıl olucak.



Kızlar topluluğu Barasinga.

Barasinga nesli tükenen bir geyik türü. Bizim geyiklerimizin, hoş sohbetimiz de nesli tükenen cinsten =)

Gelelim Fanzineeeeee =)

100 Numara Sanat Atölyemizin şahane açılışından sonra düşündük taşındık, taşındık kaşındık ve fanzin yapalım herkez duysun sesimizi dedik. Bekleyin yakında geliyoooor… Beyin fırtınası denizimizden taze çıkmış sıcak sıcak canlı canlı hemde =))))

 Atölyemizin açılış partisinden bir kaç kare =)

UMUT

Yapılan seramik form insanların içerisindeki beklentileri simgelemekte ve tüm topluma hitap etmekte insanların içerisindeki umut ışığının zamanla yok olmasını anlatmakta. Friedrich Wilhelm Nietzsch’nin de söylediği gibi “Umut en son kötülüktür.”  Sözünden yola çıklarak yapılmıştır.

29 Ağustos 2010 Pazar

ARTER’den sevgilerle STARTER

Küratörlüğünü Renê Block’un yapmış olduğu Starter sergisini gezdiğimde kendimi harika hissettim çünkü bittiğini düşündüğüm sergi aslında hiç de bitmiş gibi durmuyodu. Süperdi sergi ancak ters giden birşeyler vardı farklı düşünce tarzlarıyla farklı dertlerle üretilmiş bir ton iş bir mekan içerisinde ayrı tellerden çalarken yanyana duruyolar. Serginin bir manifestosu yok . Her eserin ayrı bir hikayesi var sergiyi anlamak için bir rehbere ihtiyaç var. Sergi kataloğundaysa kısaca acıklanmış anlaması güç bırakılmış eserler.Bir yığın ünlü sanatçıların eserleriyle dolu bir sergi herşey tamam, mekan güzel, işler anlarsan güzel, Gel, gör, anla. Ama anlaya bilirsen hesabı herşey.

GÖÇ- DEĞİŞİM

İnsanlar her daim bir göç yaşarlar. Psikolojik olsun, dış dünyalarında olsun, çevrelerinde, içlerinde, konuşmalarında, giyimlerinde her şekilde bir evrim bir değişim yaşamlarının içerisindedir. Bir toplulukta meydana gelen kültürel değişmeyi söyle tarif edebilirim; Keşif, icad, çeşitlenme veya difüzyon yoluyla, maddi veya manevi kültür alanında, serbest veya güdümlü bir tarzda mevcut kültür ünite veya komplekslerine ek olarak veya onlardan birinin yerini alacak şekilde çizgisel veya ritmik ve devrî tarzda meydana çıkıp, kültürel bünyeyi etkileyen sürece kültürel değişme denir. Kültür rastlantılarla bir araya gelmiş örfler, adetler yığını, başka bir değişle gelişi güzel toplanmış bir takım kültür ünite ve kompleksleri tarafından meydana getirilmiş bir bütün değildir. Her bir parçanın bir fonksiyonu ve diğer parçalarla ilişkisi vardır. Tüm parçaların fonksiyonu birleşirler ve sonuçta tek bir vücut olarak kültürün fonksiyonel bütünlüğünü meydana getirirler. Kültürü, çeşitli büyüklüklerde, değişik alanlardan oluşmuş ve çeşitli noktalardaki kuvvet merkezlerinden aldıkları değişik hareketlerle işleyen dişli çarklar sistemi olarak düşünebiliriz. Bütün bu sistem işlediği zaman bir fonksiyon yapacaktır. Toplam fonksiyonun meydana gelmesi için her bir dişli çarkın kendine ait fonksiyonun gerçekleştirmesi lazımdır. Bir fonksiyonel bütünü ifade eden bu dişli çarklar sisteminde toplam fonksiyonunu oluşturması için nasıl bütün çarkların aynı yönde, aynı hızla ve aynı derecede hayatî önem taşıyarak işlem gördükleri düşünülemezse, kültürün fonksiyonel bir bütün olduğu söylendiği zaman da, bütün parçalarının mutlak anlamda uyumlu ve çatışan ünitelerin mevcut olmadığıda söylenemez. Kültür üniteleri arasında birbiriyle çatışan, çelişkide olan kısımlar vardır. Bu çelişki ve çatışma kültürde değişmeyi sağlar. Değişme ise kültürün her ünitesinde aynı hızla gerçekleşmez. Kuşkusuz sistemin çalışmasının doğal sonucu olarak çarklar birbirinden farklı sürelerde olmakla beraber aşınacaklardır. Sitemin işleyebilmesi için eskiyenleri değiştirmek, yenilerin ya onların yerine koymak, ya başka bir yere ilave etmek, yada sistemin işleyişine tesir etmiyorsa ve artık onun varlığına lüzum kalmamışsa sistemin içinden çıkarıp atmak gerekecektir. Kısaca kültür fonksiyonel bir bütündür. Bu fonksiyonel bütünün bünyesinde çatışan kısımlar mevcuttur. Değişme daima olagelmektedir. Her kısımda değişmenin aynı hızda olmaması bile bünyede ahenksizlik yaratacağından, kültürde sonsuz bir uyumun varlığından söz etmek yanlış olacaktır. Benimde "Göç" kavramında anlatmak istediğim bu değişim sürecidir.

21 Haziran 2010 Pazartesi

İSTANBUL MODERN SANAT MÜZESİ

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucusu Dr. Nejat F. Eczacıbaşı, İstanbul’da daimi bir modern sanat müzesi kurmak üzere 1997 yılında harekete geçtimiş. 2001 yılında 8. İstanbul Bienali’nin, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi'nin yanında yer alan dört numaralı gümrük antreposunu ana mekânı olarak kullanmasının ardından mekanın bu İstanbul Modern Sanat Müzesi mekanı olmaya en müsayit yer olduğu kanısına vardıktan sonra. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan alanın daimi olarak kullanılmasını onayladıktan sonra, müze projesinin önündeki ana engel kalkmış oldu. T.C. Denizcilik İşletmeleri için kuru yük antreposu olarak inşa edilmiş olan 8000 m2’lik bina, modern bir müzeye dönüştürülmek üzere harekete geçilmiş. İsatanbul Modern müzesi, İstanbul Boğazı'nın Haliç’i çevreleyen bölgesinde, binlerce yıl boyunca doğal bir liman işlevi görerek kenti, dünya üzerindeki diğer ticaret ve kültür merkezleriyle birleştiren.13. Yüzyıl’dan bu yana, çeşitli Latin kolonileri bu bölgede liman kurmaya özendiren Avrupa’dan gelen gemilerin ana limanı haline gelmiş olan önemli bir yerde konumlanmış Avrupa’dan Asya’ya kaşı bakan önemli bir yerde konumlanmıştır. İstanbul Modern Sanat Müzesi, Türkiye’nin sanatsal düşünce tarzını, zekasını ve bakış açısını kitlelere ulaştırmayı ve kültürel kimliğini uluslararası sanat çevresiyle paylaşmayı amaçlayan, disiplinlerarası bir çok aktiviteye ev sahipliği yapan bir çağdaş sanat müzedir.İstanbul Modern bir çok sanat etkinliğine ev sahipliği yapmakta 7’den 70’ e derler ya o misal çocuklar içinde sanat etkinlikleri düzenlenmekte yetişkinler içinde. Müze kendi bünyesinde görülmeye değer bir koleksiyon barındırmasının yanı sıra sürekli olarak değişen sergilerle de izleyicisinin ilgisini düşürmüyor. Şuanda müze içerisinde PASLI SON, “YOL”A ÇIKMAK ve GELENEKTEN ÇAĞDAŞA Modern Türk Sanatında Kültürel Bellek sergileri yer alıyor aynı zamanda AKLA DÖNÜŞ başlığı altında 8video gösterimi, mayıs ayı sonuna kadar da 6 film gösterimi sergilenmekte olucak. Müzedeki Levent Çalıkoğlunun küratörlüğünü yapmış olduğu GELENEKTEN ÇAĞDAŞA Modern Türk Sanatında Kültürel Bellek sergisi bize geçmişten bugüne Türk sanatının çağdaş sanat ile geleneksel sanat arasındaki geçişi gözler önüne seriyor. Enes Özendes’in küratörlüğünü yapmış olduğu “YOL”A ÇIKMAK sergisindeyse Murat Germen’in yaşamının ona hissettirdiklerini, deneyimlerini, yoldan “yola çıkarak”, yol imgesi ile bağdaştırıp aktarıyor. Yine Enes Özendes’in küratörlüğünü yapmış olduğu PASLI SON sergisi ise bize geçmişimiz ile bugünüzü düşündürtüyor araba mezarlığında Thomas Radbruch’un çekmiş olduğu ustaca fotograflarla zaman içerisinde değişimi bitti sanılanların aslında yeni birer başlangıç olduğunun farkına varmamızı sağlıyor. AKLA DÖNÜŞ video gösterimlerinde ise Man Ray’in 1923 tarihli Le retour à la raison adlı videosundan almakta. Bu gösterim akıl ve dolayısıyla onun olmayışı konusunu; erken dönem gerçeküstü filmlerin belirgin biçimde farklı mantığını; insani konularda kimliğin üstün konumunu; Tanrı vergisi gibi kabul edilen, kişinin kendi kültürünü ve nüfuzunu askerî yöntemlerle dayatma hakkı olarak “aklı” ele almakta. Kısacası her daim takip edilicek sürekli olarak ziyaret edilip görülücek ve takip edilicek bir mekan İsranbul Modern Sanatlar Müzesi.

20 Haziran 2010 Pazar

ÇOK BANEL Mİ ?

            Odd Nerdrum, Bok Kayası,2001, Tuval üzerine yağlıboya,193,7*180,34cm
            Kiki Smith, Tale, 1992, Balmumu, kökboya, kağıt hamuru, 406,4*58,42*58,42 cm

“Kitsch” kavramı üzerine konuşmak lazım biraz, yoksa bu konu da kendi anlamı gibi çok mu banel? ama önce ögrenmek sonra kavramak gerek. Peki buna yani bu kavrama nerden geldim niye bu kavramı ögrenmek lazım diyorum. Donald Kuspit’in Sanatın sonu kitabını okumamla gelişti bu merak ( Sanatın sonu geldimi onuda bir düşünmek gerek ya negse) ve bu kitapta da örnek verebileceğim Donald Kuspit’inde örnek verdiği iki sanatcının işlerini söyliyeyim “Odd Nerdrum’un Bok Kayası tablosu ve Kiki Smith’in Tale” adlı işleri.
Kitsch kavramının anlamı araştrıldığında Almanca bir terim olmasının yanı sıra Kitsch olanda sıradanlık söz konusudur,görüşleri zenginleştirme ya da geliştirme yönü de yoktur.Kitsch alışılmamış bir durumdan yola çıkmaz;çünkü yenilikten yoksundur. Kibirli ve bayağı bir tada sahip şeylere ve ticari kaygılarla üretilmiş olan banal ve sıkıcı ürünlere gönderme yaparken de kullanılır.
Kitsch kavramı 19. yüzyılın ikinci yarısında Almanya’da ortayaçıkmış bir kavramdır. Günümzde de halen bu kavram devam etmektedir. Güzellik anlayışıyla ortaya çıkmış bir kavram olmasınya beraber artık sıradanlaşmış kült olmuş şeylerinde anlamı haline gelmiş olan bu kavram güzelliğinde kült olduğunu göstermekte bize güzellik göreceli olmasına rağmen kült olmuş olan güzelliklerde bazı insanların gözünde igrenç gözükebilir. Sanat piyasasında kitsch kavramı günümüzde halen devam etmekte. Siemens sanatta 2006 yılında açılan “kitsch” sergisinin küratörlüğünü yapan Marcus Graf serginin içeriğini sanat tüketicileri olan bizlerle paylaşırken söyle söylemişti, “Sanatın başlangıcından 19. yüzyılın ortalarına kadar, güzellik kavramı sanat üretiminde belirgin bir öğe olarak büyük bir rol oynadı. Doğayı taklit etmek veya yeniden inşa etmek amacıyla güzellik yaratmak sanatçının temel amacıydı. Ancak, modern sanatın doğuşu ile güzellik kavramı giderek form değiştirdi ama güzellik hâlâ sanatın ve hayatın içsel bir parçası. Güzellik her ne kadar öznel de olsa, bir ölçüye kadar genel geçerlilik talep eden bir yargı. Bu nedenle, güzellik her zaman popüler ve sanatın gündeminde” düşüncemle uyuşan bu sözlerin yanı sıra bunu kanıtlayan bir sergiydi.
Donald Kuspit’in yazmış olduğu bu kitap sanat konusunu ele alan kitaplar arasında da kült olmuş bu kitapta ele almış olduğu kitsch kavramını gözler önüne sererken Odd Nerdrum ve Kiki Smith’in yapıtlarını örnek olarak vermesi ile bu kavrama dikkattimizi çeken yazar kitsch kavramı geçmişte nasılmış, günümüzde nasılmış ı algılamamızı saglıyor. Donald Kuspit bunu sadece bu kavram için yapmıyor sanatın içerdiği bir çok kavram için bizi yada en azından beni düşünmeye sevk ederek farkındalığımızı söylediklerinin gerçektende günümüzde dogru olup olmadığını araştırmamızı sağlıyor. Bilmemek değil öğrenmemek ayıp demişler. İyi de etmişler  =)

27 Mayıs 2010 Perşembe

KOp-Art'ın işlerinden bir kaçı =)


Süperkadın'ın Hayal-eti
Beni Sen Güzelleştiriyosun
 Paper dresses
Divine Trash
Neo- Performans
Dada Bizim Dedemiz

KOP- Art'taaaaaaaaaaaaaaan ALSANA!...

2000 yılından bu yana etkinliklerini sürdüren Kop-Art, çekirdek kadrosu Gamze Fidan, Cansu Aybar, Zeynep Turuthan'dan oluşan İstanbul doğumlu bir sanat kollektifi.
'Tasarım bir bütündür' anlayışıyla, üst-baş'tan, kısa filme (Herşey Çöpe Gider, Beni Sen Güzelleştiriyorsun), fanzinden (Al Sana! katalog, LambDaDa), kavramsal yerleştirmelere (Herşey Çöpe Gider, Divine Trash, Art is Anything, Kop-Art is Me! Neoper4mans, Faster Pussy Cat Kill Kill!, Dada Bizim Dedemiz, Süperkadın'ın Hayal-eti) Osman Productions ve Bang! etkileşimli dillere destan p(art)i sahipliğine kadar pek çok 'iş' yapan Kop-art “ Hayal-et'indeki vizyonu gerçekleştirirken, sokak sanatıyla arkadaş, Dada'yla bozmuş, Pop-art'la sevgilidir..
Dogz Star, Soho, Wasp, Resim ve Heykel Müzesi, Scanbul Projesi, SOS Sanat Devleti, Hafriyat, Rotterdam Post Office, KulturPalast Wedding International derken, Aralık 2006’dan bu yana kendi mekanı Kop-Art’tan Al Sana!’da çok boyutlu külliyatını ve işbirlikçilerini alıcısına sunuyor.
Kop-Art, insanın hiç de 'sanat eseri' olmayan 'eser'ler yaratabileceğinin canlı kanıtı.
Anarşist tavrını ‘çöp’ü ve ‘özgür dönüşümü’ gözbebeği yaparak belli ediyor” diyerek kendilerini tanımlıyorlar. Ve gerçektende öyleler. Kendilerine ait küçücük bir mekanda çöp’e sanat katan enteresan, çılgınca ve özgürce işler üreten bu sanatçılar için moda yada sanat piyasasının göz bebeği haline gelmek, aranan sanatçılar olmak önemli değil. Yaptıkları işlerde kendilerinden hayatlarından birşeyler katarak üretmek, dertlerini anlatmak aktarmak aktarırken de öğretmek farkettirmek önemli onlar için. Yaptıkları işler için “ biz denize bir taş atıyoruz o kadar ondan sonrası denize kalmış minik minik halkalar halinde insanlara ulaşabilmesi önemli bizim için” diyolar. Onlar attıkları bu minik taşların yaratmış olduğu zamanla büyüyen halkaların onlara tekrardan dönmesinden yaptıklarının bir yerlere veya birilerine ulaştığını birilerinin farkındalığını uyandırdırğını gördükçe mutlu oluyorlar. Kendi manifestolarında da bizleri süper bir halka içeriside dolaştıran sanatçılar ayrıca Dada’yı ruhlarının içine kadar özümseyen, dadaist sanatçıların yaptıkları işlerden, söyledikleri sözlerden, şiirlerinden, yaşamdaki amaçlarından, yaşadıkları hayatı fazlasıyla benimsemişlerdir. Yapmış oldukları işlerin aslında öyle çokta büyük bütçelerle çıkmadıgını ancak içerisinde barındırdığı anlamın devasa bir boyutta olduğunu söyliyebilirim. Yapmış oldukları işleri kendi mekanlarında da sergilemeye devam eden minik bir sanat galerisini andıran bir mekan içerisinde varlığını sürdürmekte Kop-art.


Bence sizde Kop-art’ın manifesto halkası içerisinde gezmelisiniz :)


Kop-Art=Fashism (K-A=F)
Sanat araciligiyla trendleri belirleyen sessiz dikte zorbaligini yok et.
Break the tyranny of silent dictatorship which determines the trends by utilizing art.

Fashism=TrendFaker (F=TF)
Es geç, ciddiye alma ve yönlendir!
By-pass, fake and manipulate!

TrendFaker=Zeitgeist (TF=Z)
Yaratici iletisimi her haliyle kullan, sinir tanimadan!
Utilize all forms of creative communication, recognize no borders!

Zeitgeist=Dictator (Z=D)
Dünyanin her yerinde uguldayan bir fisilti DiKKAT!
A whisper is the howl of the ultimate power ATTENTION!

Dictator=Projection (D=P)
Bilinçaltindaki ikonlar bir baskasinin elindeki kalemle çizilir.
Icons of the subconscious are drawn by the pen held in someone else s hand.

Projection=Interaction (P=I)
Kendi gibi olmak ve bunu yansitmak, baskasi ve bilinmeyenle iletisimi kaçinilmaz kilar.
Interaction with the other and the unknown is the inevitable destiny resulting from projection of individuality.

Interaction=Creation (I=CR)
Bir bütün olmusken bile, rüzgarin aramizda dans edebilecegi bir bosluk hayal-et-meli.
Even in unity, imagine a space that wind can dance in between.

Creation=Coincidence (CR=CO)
Rastlanti her insanin sahip oldugu sonsuz olasiligin ortaya çikabilecegi anin büyüsünü tasir.
Coincidence is the magic of the moment which enables the infinite possibilities of inspiration present in every individual.

Coincidence=Attitude (CO=A)
Tek elin alkis sesi, sans eseri bir aynanin yanindan geçiyorsaniz duyulabilir.
The sound of one hand clapping can be heard by someone lucky enough to be walking by a mirror.


Attitude=Kop-Art (A=K-A)
Yaraticiligin elçileri sanat ve hayat arasindaki engelleri tanimaz
The prophets of creativity recognize no obstacles between art and life.

12 Nisan 2010 Pazartesi

SİSLER ARASINDA


Gerçek nedir? Gerçek neye göre kim e göre hesaplanır, ölçülüp biçilir ? İdeal olan mı aslında gerçek olan yoksa reel dediğimiz mi gerçeğin kendisi ? Gerçeğin gerçekten gerçek olduğuna kim karar veriyor? Yaşıyor muyum yoksa bir karakter miyim bu dünya da ? Düşündüklerim gerçekten benim beynimden geçenler mi yoksa beynimden geçirtilmiş düşüncelerle kandırılıyor muyum ? Descartes’ in “Düşünüyorum öyleyse varım” sözüne inanmam mı gerekiyor ? Peki inanç nedir neye inanmak gerekir bu duygunun kaynağı nereden geliyor içime ? Bu beden aslında benim mi ruh diye bir şey var mı ? ve daha nice nice sorular geliyor aklıma tek bir soru sormak yeterli aslında geriden gelen her soru onun cevabından türüyor aklımda. Miguel De Unamuno’nun Sis kitabını okurken bir çok soru geçti aklımdan sorgulayıcı kendini, çevreni sorgulatıcı bir çok şey var içerisinde ancak görebilene münasır şekliyle. Kitap insana varlığını, inancını, düşüncesini, tanrıyı, bedenini, gerçeği sorgulatıyor.
Unamuno kitabında bir çok şeyi kendince sorgularken bizede sorgulatıyor bunlardan biriside nasıl bir yaşam sürdürdüğümüz üzerine. Bir anlamı var mı yaşamamızın bir çaba içerisindemiyiz yaşam adına bizlere bunu sorgulatırken aynı zamanda da kendisi de sorguluyor ve bunu Augusto karakteri üzerinden yapıyor. Augusto içerisine kapanık bir yaşam sürmekteyken onun yaşamının ne kadar boş oldugunu farkettiren bir sülüetin ardından kendisini ve yaşamının farkına varmasıyla herşeyi sorgulamaya başlıyor. Hiçlik duygularına bürünmüş yaşarken kendini sorgulamaya düşüncelerine ters düşenlerle yüzleşiyor
Şimdi ise hem kitaptan bahsedelim hem sorgulıyalım kendimizi.Kitabın esas vurgulamak istediği noktalardan birisi olan varlığımızla olan varlık felsefesine biraz girmek istiyorum. Varlık felsefesi nedir kitapta nasıl vurgulanmıştır gibi.
Varlık felsefesinin temel konusu varlıktır. Aynı zamanda da bilimin de temel konusudur. Descartesi’in varlık felsefesi üzerine olan düşüncesinde nesneler dünyasının varlığından şüphe ettiğini biliyoruz. Descartes’in sonuçta kendisinden emin olduğu şey, şüphe eden bir varlık olarak kendisinin var olduğudur. Başka bir değişle Descartes, zihinde bazı şeylerin olduğundan ve kendisinin bu şeyleri düşündüğünden emindir. Ancak bu zihindeki şeylerin veya bilinci içerisindekilerin, nesnel bir dünyada karşılığı olduğundan emin değildir. Unamuno’nun Sis kitabındaki Augusto karakteride kendisini sorgulamaktadır. Unamuno’nun yaşattığı bu karakter yaşadığı dünyadaki düşüncelerini, söylemlerini, görüntüsünü kısacası varlığını sorgulamaktadır. Bunun sonucunda da kendi yaratıcısının yanına kadar gitme cesaretini göstermiş ve yapmıştır ancak bunun sonucunda da kendini odakladığı ölümlülük veya ölümsüzlük üzerine kendisiyle, düşünceleriyle ve bunları sözlere dökerken çevresinin söyledikleriyle çelişmiştir. Augusto varlığını sorgularken gittiği yaratıcısının yanında bizlerede Tanrı var mı? sorusunu getiriyor aklımıza bu soruyu kendimize sormadan önce inanç var mı? İnanç nedir ? gibi sorular çıkıyor karşımıza. Bunu sorgularken de din felsefesine bakmamız gerekir. Din felsefesi, basit olarak din üzerine düşünmektir. Bu felsefe disiplinini dinin kendisini, çeşitli görüntü veya biçimlerini, temel kavram ve iddialarını, felsefenin eleştirel, tutarlı, sistemli ve akla uygun incelemesinin konusu haline getirir. Augusto yaratıcısının yanına giderek onu kabul etmiş gibi gözükür ancak yanındayken Unamuno’nun onun aslında kendi yaratısından ibaret olduğunu söylemesiyle başlamıştır Augustonun son safhası Unamuno, Augustoya aslında kurgusal bir yaratık olduğunu, onun yalnızca kendi fantazilerinin ürünü olduğunu, sözde serüvenlerini ve talihsizliklerinin yazdığı öyküyü okuyan okurlarının ürünü olduğunu yalnızca bir roman yada nivola karakteri olduğunu söylemesiyle yaşamının gizemini göstemiş olduğunu düşünürken Augustonun söylediği “gerçekte ne diri ne ölü, var olamayan, kurgusal yaratık ben değilde siz olamayasınız” diyerek bu sefer onun tanrısının kendi varlığını sorgulamasına sebep olur. Burada bende kendimce varlığımdan yada söylemler üzerinden yaratıcımın varlığı üzerine düşünmekteyim. Bunun sonucunda da kendim için şunu söyliyebilirim din felsefesini kendince konu yapan ben dinin temel kurallarını, iddalarını ve tezlerini olduğu gibi kabul edemiyorum. Varlığını ve yaratanını an ve an sorgulayan insanoğlu içerisinde ben bir yandan da şunu farkettim bu dünya bir oyun alanı her dakika bir şeyler yaptığını, yapabileceğini sorgulayan bizler aslında bir kemirgenler dünyasında yaşıyoruz bir birini birşeyler uğruna yiyip bitiren ancak elinde eninde sonunda hiç bir şey olmayan olduğunu ve birşeyler başardığını sanan kısır dönğüde yaşıyan bir hemstır gibi koşturup duran bir yerlere varıcağını bir şeylerini elde edebiliceğini hatta elde ettiğini sanan varlıklarız aslında varmıyız yokmuyuz bilmediğimiz bilemiyeceğimiz bir yaşam yada onun gibi adı konulamamış düşündükçe de konulamayan bir yerdeyiz kitaptaki karakter olan Augusto gibi sonunda ölmeyi tercih de edebiliriz yada bekleyip zamanı gelince öldü dedirtebiliriz arkamızda kalan karakterlere.
Augusto kedisini sorgularken yukarıda da aklıma gelmiş olan birkaç sorunun cevabını kendisince vermiş ve sonunda da ölmüştür veya öldürtülmüştür.


Miguel De Unamuno- Sis kitabından faydalanılmıştır.

7 Nisan 2010 Çarşamba

AÇIK ŞEHİR İSTANBUL'A DAİR

 Açık Şehir: Akışkandır, Açık Şehir: Değiş tokuştur, Açık Şehir: Evinizdir, Açık Şehir: Öğrenmektir, Açık Şehir: Sizindir


Açık şehir İstanbul sergisi hakkında biraz bilgi vermek isterim öncelikle. Küratörlüğünü Philipp Missewitz ve Can Altay'ın yapmış olduğu, 4. Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali  ( IABR) sergisinde sığınma, mimarlar, plancılar, sanatçılar ve aktivistlerden gelen eleştirel projeler ve konumlarla fazlasıyla çarpıcı ve bilgi aktaran bir segi olarak 12 Mart- 9 Mayıs 2010 tarihleri arasında Tütün Deposunda izleyicilerini beklemekte. Serginin içerisinde bir çok çarpıcı ve dikkat çeken işler var ben size sadece birisinde bahsediyim geriside size kalmış olsun.
"KENT ADALARI Yeni Bir Mekansal Düzeni Haritalamak"  başlığı altında Rusya/ Moskova ve Türkiye/ İstanbul' da yapılmış olan kentlerin zaman içerisindeki tahribatı üzerine dökümantasyonel araştırmanın gözler önüne serildiği çarpıcı bir iş. Kent Adaları günümüz kentini çoğunlukla küreselleşmenin baskısı altında mekânsal ve kültürel farklılığını kaybetmekte olan bir mekân olarak betimliyor: içinde metaların, insanların ve bilginin bir taraftan öbür tarafa dolaştığı " akışkan bir mekân ". Fakat bu alışılmış akışkanlık imgesinin aksine, kentleşme giderek daha fazla parçalanma ve kendini tecrit etme eğilimleri tarafından şekillendiriliyor.  Bir taraftan metropoldeki gelişi güzellikten ve belirsizlikten gönüllü olarak uzaklaşmak istiyenlere ayrılmış alanlar var: alışveriş merkezleri, kongre merkezleri, sadece iş yerlerinin bulunduğu semtler, trustik yerler, eğlence parkları, araştırma merkezleri, güvenlikli siteler ve kendini tecrit etmek amacıyla tasarlanmış tüm diğer yerler. Diğer yanda metropolden zorla dışlananlara ayrılmış alanlar var: varoşlar, gettolar, mülteci kampları, işçi kampları, gözaltı kampları ve benzeri.Kent Adaları kendsine Türkiye'de Gülsuyu/ Gülensu, ve Göktürk' ü, Rusya'da ise Pokrovksy Hills ve Usovo'yu kendi derdine rehber atamış. İstanbul'da ve Moskovo'da rehber olarak seçilmiş bu alanların nasıl tahrip edildiği. Tahribatın yapılırken insanların metropolün göbeğinde yaşadığı ve kaçmak istediği herşeyi zamanla yine peşinden nasıl getirdiğini gözler önüne seriyor. Aslında bu kısır döngü ile hiç bir yere varılamacağını her bir yanın betonerme olmasına uğraşılmasındansa insanların artık homojen olmalarını savaşmalarının anlamsız olduğunu vurgulayan çarpıcı işlerden sadecce bir tanesi.

Sergi mekanı: DEPO/ Tütün Deposu
ziyaret saatleri: Salı- Pazar / 11:00- 19.00
(Pazartesileri Kapalıdır.)
http://www.depoistanbul.net/

SaturDox / Belgesel Buluşmaları

DEPO- DOCUMENTARIST aracılığıyla....

etkinlikleriyle belgesel alanında önemli bir alanı dolduran DOCUMENTARIST, DEPO ile işbirliği sonucunda 9 Ocak 2010'dan itibaren iki haftada bir cumartesi günleri belgesel gösterimleri düzenliyor. Belgesel Buluşmaları / SaturDox başlığı altında  gerçekleşen gösterimlere, filmin temasıyla ilgili bir uzman veya akademisyenin sunumu eşlik ediyor. Filmler, DOCUMENTARIST 'in arşivinde yer alan dünya belgesel sinemasının nitelikli örnekleri arasından seçiliyor, ayrıca yerli belgeselcilerin filmlerinede yer veriliyor.
Belgesel Buluşmaları'nın ilk 6 aylık programın nisan ayının ortasından sonraki gösterimleri söyle:

17 Nisan 2010- 19:00
Başkana Mektuplar
 Petr Lom, Kanada, İran 2009  74'

Söyleşi: Yüksel Taşkın ( Marmara Üniv., Uluslararası İlişkiler )

İran'da her yıl neredeyse 10 milyon kişi, ümitlerini Ahmedinejad'a yazdıkları mektuplara bağlıyor. Mektuplar üzerinden başkana seslenen herkese söz hakkı veren film, halk arasına yaptığı popülist ziyaretlerinde Ahmedinejad'a eşlik ediyor ve İran'da  siyasete dair nihai bir yargıya varmanın zorluğuna dikkat çekiyor.

1 Mayıs 2010- 19:00
Mirasçılar
Eugenio Polgovsky, Meksika 2008 90'

Söyleşi: Aslı Odman ( Bilgi Üniv. Tarih Bölümü )

Meksika kırsalında, çocuklar erken yaşta çalışmaya başlar. " Mirascılar", onların yaşamlarının ve hayatta kalmak için verdikleri gündelik mücadelenin bir portresini çiziyor. Tarlada çalışan, heykel yapan, hayvan otlatan, kumaş dokuyan, kardeşlerine bakan, su taşıyan, domates, biber, mısır toplayan ve diğer pek çok işte emek veren çocuklar...

15 Mayıs 2010- 19:00
Grozni Rüyası
Mario Casella, Fulvio  Mariani, İsviçre, 2008, 95'

Söyleşi: Ayşe Tütüncü (Müzisyen)

Çeşitli Kafkas cumhuriyetlerinden gelen müzisyenler ve ortak bir düşü paylaşan orkestra şefinden oluşan bir oda orkestrası, bu cehennem bölgesinde bir turneye çıkacak ve barış içerisinde yaşamanın mümkün olduğunu kanıtlayacaktır. Turnenin son durağı, Grozni'deki bir konserdir. Acaba, bunu başarabilecekler mi ?

29 Mayıs 2010- 19:00
Kör Aşıklar
Juraj Lehotsky, Slovakya, 2008, 77'

Söyleşi: Nazmiye Güçlü (Yazar)

Aşk bazen uysal, bazen aptalca, hatta kör olabilir... Hayatın gerçek anlamını bulmak, görenler için hiçte kolay değildir. Peki, bu körler için daha mı zordur? Körlerin 'görüş'leri, genelde saf, doğru ve çoğu zamanda espirilidir. İşte bu bakış, mutluluğun anlamına yeni boyutlar katar.

12 Haziran 2010- 19:00
İngiliz Cerrah
Geoffrey Smith, İngiltere, 2008, 93'

Söyleşi: Zeki Kılıçaslan (İstanbul Tıp Fakültesi)

İngiliz cerrah Hanry Marsh, 1990'ların başında Kiev'deki KGB hastanesini ilk kez ziyaret ettiğinde, gördükleri karşısında dehşete kapılmıştı. Hastalar bakımsızlıktan en basit tümorler yüzünden bile ölüyorlardı. Smith'in sıradışı belgeseli, toplum kurallarını hiçe sayan bu beyin cerrahını Ukrayna'ya yaptığı son yolculuğunda izliyor.

26 Haziran 2010- 19: 00
Kaynak
Martin Marecek, Çek Cumhuriyeti, 2005, 75'

Söyleşi: Hakan Güneş ( İst. Üniv. Uluslararası İlişkiler)

Azerbeycan'ın başkenti Bakü, dünyanın ilk petrol kuyusu bölgesi. Bir yanda BP misali büyük petrol şirketleri, bir yanda kendi kesesini dolduran hükümet..." Kaynak", boru hattının sıradan Azerbeycan halkı için ne anlama geldiğinin izini sürüyor. ' Sıvı Altın' bu belalı ülke için bir nimetten ziyade bir lanet midir ?



http://www.depoistanbul.net/ / http://www.documentarist.org/

30 Mart 2010 Salı

Nezaket Ekici

Temsilde Huzursuzluk "Madonna"
    1970 Kırşehir doğumlu olan sanaçı  1973’den bu yana Almanya’da  yaşamaktadır.  Şuan Berlin ve Stuttgart’ta çalışmalarını sürdürmekte olan sanatçıyı Türkiye’de ise 2005 yılında ilk defa Beral Madra sayesinde tanıdık.
    Türkiye’ye ilk gelmesinin ardından bir çok kez çalışmalar için gelmiş olan sanatçıyı ilk olarak Siemens Sanat çatısı altında Temsilde Huzursuzluk projesine katılmamla tanıştım ve kendisine olan hayranlıgım bir kat daha arttı. Sanatçı kimliğinin yanı sıra süper bir insan olan Nezaket Ekici iki kültür arasındaki temsileyetin kendisi gibi.
    Aslen Türk olan sanatçı Almanya’da büyümüş ve ordadaki göçmen Türkler arasında türkçesinide geliştirmiş. Türkiyede bir çok aksiliklerle karşılaşan sanatçı hiç beklenmedik bir şekilde ilmin ve bilimin ışıkları altında geleceğe yön verebilicek kişilerin yetiştirildiği Konya Selçuk Üniversitesi’nde sempoyuma davet edilip sonrada yanlışlıkla çağrıldıgını işlerinin konsepte uygun olamadığının iddası ile sansürlenerek reddedilmesi bir rezalet olsa da yaşadığı her türlü aksiliğe rağmen Türkiye’ye geliyor.
Sosyal,politik, kültürel bir çok konuyu işlerine yansıtmakta olan Nezaket Ekici ile enteresan ve samimi bir ropotaj yapma sansını da yakaladım. Şuan Amerika’da çalışma yapmak üzere bulunan sanatçı konuşmamız esnasında ise Almanya’da idi. Nezaket Ekici ile internet üzerinden skype ile röportaj yapmak üzere anlaşmamızın ardından internetin gazabına ugrayarak telefonla görüşmemizi gerçekleştirdik. Bir çok ülkeden davet alan sanatçı Türkiye’de neler olup bittiğinin merakı içerisinde ve gelicek aylarda bir çok proje gerçekleştirmek için tekrardan Türkiye’ye gelmeyi planlıyor. Haziran ayında Derya Yücel ile bir çalışma yapmak üzere hazırlıkta olduğunu ve Mardin Bienaline davet edildiğinin bilgisini edinmenin gururu ile bunuda sizlere söylüyorum. Umarım bir aksilik olmaz ve kendisini tekrardan Türkiye’de görme lütfuna erişiriz.
 Sanatçı ile gerçekleştirdiğimiz sıcak sohbetin detaylarına gelicek olursam söyle başlaya bilirim ;

F.G : 24 saat sanatla yaşıyorsunuz bir çok sanat dalıyla ilgilenmişsiniz ve bedeninizi kullanarak kendinizi ifade etmeyi benimsemişsiniz. Bunun sonucunda da Marina Abromovidh ile çalışmışsınız. Onu 4 yıl boyunca öğrencisi olabilmek için beklemişsiniz neden Marina Abromovich ?

N.E : Almanya’da bir çok sanatçı vardı performans la ilgilenen ancak bir tek Marina Abromovich vardı eğitimini veren bu yüzden onu bekledim.

F.G : İki kültür içerisinde yaşıyorsunuz ve bunun iyi veya kötü olan yanlarını yaşıyorsunuz. Ayasofya’da yapmak istediğiniz “Beyaz Parlak” performansı için 6 ay müthiş bir kadroyla çalışmışsınız ancak netice istediğiniz gibi olmamış. Peki “Beyaz Parlak” performansını başka bir yerde gerçekleştirdiniz mi ?

N.E : Evet. 2009 yılında Almanya’da bir müzede gerçekleştirdim. Ayasofya’yı sadece kitaplardan biliyorken 2005 yılında Türkiye’ye gelmemle gördüm ve burası ile ilgli bir proje hazılamaya başladım 6 ay çok ugraştım ve verilen cevabı aklım almıyor. Hiçbir problem olmiyacaktı yapıya hiç zarar verilmiyecekti. Ama tekrardan bir dosya hazırlamak ve Ayasofya’da bu performansı yapmak istiyorum.

F.G : Sürekli üreten birisiniz 100ü aşkın performansınız var beyninizde ışık yakan herşey üzerine performans yaparak bunu anlatmaya aktarmaya çalışıyorsunuz. Peki kendinizi neler üzerinden ifade etmeyi benimsiyorsunuz ?

N.E : Bazen iki kültür arası, bazen politik farketmiyor.Herşeye karşı açık bir yapım var. Herşeyden iş üreten birisiyim benim iki kültürden gelmiş olmamın bir önemi yok aslında önemli olan yapmış oldugun sanat aktarmak istediklerim.

F.G : Türkiye’de perfotmans sanatı son yıllarda çok popüler olamaya başladı. Bence anlamınıda yeni yeni buluyor. Sizce performans sanatı nedir kısaca bir tanımlayabilirmisiniz ?

N.E : En güzel ve en zor sanat. Benim için insan yani seyirci olması gerekiyor düşüncemi aktarabilmem için, mekan gerekiyor, zaman içinde zaman ve düşünce gerekiyor ve benim olmam gerekiyor ve en önemliside  bu 4 noktanın bir araya gelmesi gerekiyor. Ben ruhsalımla bedenimle orda olmam ve seyircinin olması çok önemli o zaman yaptıgım şey gerçek anlamını buluyor.

F.G : Yaptığınız her performansın sonucunda bir enstelasyon oluşuyor peki bu o performansın kendisimi yoksa başka bir anlam mı içeriyor ?

N.E : Yaptığım performanslar sonucunda enstelasyon oluşması tercihimdir ancak bazen ortaya video bazende fotograflarla dökümanyasyon olarak seyirci karşısında kalıyor. Yapmış olduğum performanslar sonucunda çıkan enstelasyonlar başlı başına başka bir şeyi ifade ediyor çünkü performans esnasındaki süreçte mekan değişiyor, materyaller değişiyor, zaman değişiyor herşey değişiyor geride bir tek sabit kalan bedenim oluyor. Ve sonunda ortaya çıkan başlı başına bir sanat eseri oluyor.

F.G : Herşey için çok teşekkür edrim.

N.E : Ben teşekkür edrim. Yazını merakla bekliyorum.

13 Ocak 2010 Çarşamba

SANAT: İDEALE DUYULAN ÖZLEM

Andrey Tarkovski’nin günümüz sanatıyla ilgili olan düşüncelerine geçmeden önce en azından kısaca kavramamız gereken şeyler olduğunu düşünüyorum. Sanattan kısaca bahsetmem gerektiği hissiyatına kapılıyorum bugün için sanatın "duygusal ve düşünsel etkileme gücü"ne sahip oluşu daha belirleyicidir denilebilir. Bu anlayışa ise en uygun tanımı yapan Thomas Munro'ya göre; "sanat doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becerisidir." Sanat güzel olan her şeyle uğraşır denilmektedir. Aslında güzel göreceli bir kavramdır. Kendi içinde tutarlı bir bütünlüğü taşıyan şey çirkin, acı verici, iğrendirici bile olsa estetik açıdan güzeldir. Hegel'e göre sanat; “sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır.” Diyor. Marks'a göre ise; “yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar gelişebilir.” Tarkovski ise sanatın tüketilen bir şey olduğunu ve bunun 20. yüzyıldaki sanat ve kitle ilişkisinin özünü belirlemekte olduğunu söylemektedir. Tüketilen tanımlamasını doğru bir şekilde söylemiş bulunuyor Tarkovski çünkü 20. yüzyılda artık sanat insanlara güzel olanı vermekte değil insanların karşısına konulan sanat eserinin pekte bir önemi yok insanlara o sanat eseriyle aktarılmak istenen düşüncenin önemi vardır bu yüzdendir ki sanatçılar yaptıkları yapıtların anlaşılmasından yana değil yapıttan çok altında yatan özünün fark edilmesi anlaşılması ve araştırılmasından yanadır. İnsanların gözüne değil beynine hitap eden sanat vardır ve artık önemli olanda budur diyebiliriz. Tarkovski de şu paragraflarıyla düşüncemi destekler nitelikte söylemleri vardır.
“ Ne olursa olsun , yalnızca bir meta olarak ‘tüketilmek’ istenmeyen her türlü sanatın amacı, hiç şüphesiz kendine ve çevresine, hayatın ve insan varlığının  anlamını açıklamak göstermek olmalıdır. Hatta belki de hiç açıklamaya bile kalkmadan onları bu soruyla karşı karşıya getirmelidir.
En genelinden başlayacak olursak. Bence sanatın hiç tartışılmayacak işlevlerinden biri, bilgilenme düşüncesidir; bir sarsıntı, bir katharsis şekline bürünen etkidir.”
Tarkovski kitabında günümüz sanatının yanı sıra sanat ile ilgili bir çok konuya da değinmiştir. Bunlardan birisi de sanat ile bilim üzerinedir. Tarkovski’ ye göre “ İnsan sanatta gerçeği, öznel deneyimler sonucu sahiplenir. Bilimdeyse insan bilgisi, sonu olmayan merdivenin basamaklarını tırmanır ve atılan her adımla dünya hakkındaki bilgiler yerini yenilerine bırakır. Demek ki bu, nesnel ayrıntıların bilgisine dayanarak birbiri üstüne, inşa edilen kavrayışların basamak basamak yükselen yoludur.”
Bilim ile sanat arasında keskin farklar vardır ancak buna karşın en belirgin ortak yönlerinden biriside “insandır.” Bilim mantığa yönelik çalışmalarda bulunur ancak buna karşın sanat ise öyle değildir sanat duygulara yöneliktir hissedilebilen bir etki olmasını, duygusal bir sarsıntı yaratmayı ve kabul görmeyi beklemektedir. Sanat bilimdeki gibi katı kurallardan çok sanatçılarca iletilmek istenen bilgiyi ve enerjiyi kabul etmelerini bekler.
Şöyle bir durumda vardır bilim için her yeni şey bir öncekinin yerini almakta ise sanat için bu daha faklıdır sanat için bunu söyleyemeyiz sanat için her yeni şey sanatçının topluma kattığı her yeni bilgi bir öncekinin yerini almak yerine onu tamamlamaktadır, belki fikirler ve anlatımlar birbiri ile çelişir ancak hiçbir koşulda biri bir diğerinin yerini dolduramaz.



Sanatçıya her insan gibi düşünmenin yanı sıra yaratma yeteneği düşündüğünü gözler önüne serme, sergileme, irdeleme, irdeletme özelliği verilmiştir ve bu özelliğini de kullanmaktadır sanatçı çünkü düşünce akılda kalır ve silinir bunu somutlaştırmak ise kalıcıdır. Sanatçı bir sanat eseri yaratmak için düşünce akımını beklemez çünkü zaten dünya onundur dünyayı tanımlamaya çalışmaz.
“ Bir sanatçının konusunu aradığını söylemek yanlış olur. Konu onun içinde tıpkı bir tohum gibi olgunlaşır ve şekillendirilmeyi bekler. Şu farkla ki şairin elinde gurur duyacağı hiçbir şey yoktur. Sanatçı, durumun hâkimi değil hizmetkarıdır. Yaratıcılık, onun için yegâne var olmuş biçimdir ve yarattığı her eser, onun için gönüllü olarak kaçamayacağı bir eylemdir. Belirli, tutarlı adımların gerekliliği ve içerdikleri düzen konusunda bir duyarlılık geliştirebilmek ancak ideale duyulan inançla mümkündür; ancak ve ancak inanç görüntüler sistemini (hayatın sistemi diye okunmalı) destekler."



Dünyadır sanatçının konusu dünya, insanlar, düzen, düzensizlik, karmaşa, kargaşa, … v.s sanatçı bunlarla içindekileri büyütür derdidir sanatçının bunlar olan biten her şey volkan gibi patlama yaratır beyninde her şey ve sonucunda ise yaratıcılığıyla boşaltır içindekileri sözlere döker beklide anlatır anlattırır anlamaya ve anlaşılmaya çalışır bir yerde.



Bunlara karşın sanatçı bir şeyleri açıklığa kavuşturmaya çalışsa bile bu pekte mümkün olmamaktadır. Bunun üzerine Goethe, “ Sanat eseri yargılanmaya ne kadar kapalıysa o kadar değerlidir,” demiştir. Bir baş yapıt, bir sanat eseri kendi içerisinde bir mekânı barındırır ve işte burada başlar belkide her şey o mekân içerisine girmekle anlamaktadır. Sanatçı da bir başka sanatçının mekânını algılamada zorluk çekebilir. Çünkü diğer insanlardan farkı yoktur tek farkı diğer insanlar gibi algılamaya çalışmanın yanı sıra görüntülerle düşünebilmesi ve kendisini izleyicilerden farklı olarak dünya görüşünü bu görüntüler yardımıyla anlatabilir. Sanatçılar sayesinde izleyicilere anlatılmak istenen yeterince algılanmış mıdır ya da biraz olsun anlaşılmış mıdır tartışılır. Ancak sanatçıların düşünceleri üzerinden sanat ile ifade edilmeye çalışılan ideal olanları benimseme yetimiz kuvvetli olsaydı şüphesiz çok daha iyi insanlar olurduk.
Not: Andrey Tarkovski'nin Mühürlenmiş Zaman kitabından faydalanılmıştır.

Fabrikartgrup; Kapadokya Uluslararası Çağdaş Sanatlar Festivali

2006 yılından bu yana çağdaş sanatlar alanında ortak üretim için bir araya gelen Fabrikartgrup, 2008 yılında kurumsal kimliğini Kapadokya Çağdaş Sanatlar Derneği’ni kurmuştur. Bu sayede yerel bir inisiyatif tavrından evrensel üretimlere yeni bir kapı açılmıştır.Anadolu’nun kasabasında başlayıp dört yıldır çağdaş sanatlar alanında üretim veren ve uluslar arası projelere imza atan Fabrikartgrup; düzenlenen festivallerin çıktısı olarak bölgeye Çağdaş Sanatlar Müzesi kurma hayallerine emin adımlarla ilerlemektedir. Kapadokya merkezli kurulan grup ilerleyen yıllarda farklı illerde de aynı hedefi amaçlamaktadır. Fabrikartgrup kurucuları ise Kaan Sarı, Gülhan Sarı, Sibel Payyu, Nazile Arda ve Ali Canlar.
 Kapadokya içerisinde küçük bir yer olan Mustafa paşa kasabasında gerçekleştirilen festivalin bir parçasıydım bu yaz 10 günlük büyük bir deneyimdi benim için. 2009 yazı 4. sü düzenlenen festival’e asistan olarak katkıda buluma şerefine eriştim. Bu küçücük yerde ne kadar büyük bir etki yaratan festivalin şahitliğine de eriştim aynı zamanda. Her ne kadar yeni yeni tanınmaya bilinmeye başlansa da Mustafapaşa çok eski yıllardan beri tüm ihtişamıyla ordaydı hala da orada ve varlığını kat kat arttırarak yaşamını devam ettirmekte. Ancak medyanın yarattıgı manipülasyonlarla insanların beyinlerini köreltildiği günüz toplumunda insanlar monoton bir hayata alıştırılmış gördüğünün doğru olduğuna inandırılmış okuma, araştırma, bilgi edinme eylem ve istekleri köreltilmeye çalışılmış ve çok da iyi başarılmış bir toplumda yaşıyoruz oysa ;
''Bir sanat yapıtı, insanların bilinçleri üzerinde bir etki uyandırsın
diye yapılır ve salt bu algılama edimi içinde bir sanat yapıtı
kendisini sanatsal bir değer olarak ortaya koyar.''(Estetik ve Sanat
Notları; S.MOISSEJ KAGAN)
Büyük mega kentlerde bu köreltilmiş toplumun algısını aralamanın bile ne kadar zor olabileceği tahmin edilebilir ancak başarılmayacak ya da yapılmayacak bir şey değil bu bir çok yerde insanlar bir çok şeyden habersiz yaşamını sürdürmekte. İnsan yaşadığı yerin 10km ötesindeki köye, kasabaya gitmemiş ve ya ilk defa giden insanlar var turistlerin akın akın geldiği görmek istediği yere yıllar sonra işi düşünce gelen insanlar var, insanlar o kadar çok tembelleştirilmiş ki ve Kapadokya'ya gittiğim zaman da bunu bekliyordum köylü insanlar niye gelsin ki diye düşünüyordum ama sonuç pek öyle olmadı diyebilirim her ne kadar ramazan ve teravi namazına yenilmiş olsak bile yinede film festivalinin de başladığı aynı zamanda açılış günü olan 1 Eylül’de gelen köylü bir karı koca çifti gördüğüm zaman değişti fikrim :) Orda bunu aşmayı başarmışlar sokakta adım başı soruyorlardı köylü teyzeler Ne zaman başlıyor? Kimler geliyor? diye ve torununu alıp üniversitenin rock konserlerine giden yaşlı teyzelerimizle tanıştım. Bazı şeyler başarılır insanlar aptal değil sadece körler daha doğrusu köreltilmişler beyinleri yıkanmış tembellik abidesi olmuşlar. Özellikle erkekler üzgünüm ama öyle gördüğümden çıkardığım bu :) Kadınlar ayrı bir ilgi odağı ayrıca ilgileniyorlar herşeyle. Medyanın yarattığı manipülasyonların sonu gelmez getirilemez belkide ancak insanlar her ne olursa olsun değiştirilebilir gözleri açılabilir bununla savaşılabilir, başarılabilir, başarılıyorda sadece zaman, emek, istek, sabır gerekli şuan bu yaşanılan durum değiştirilebilir yani sadece istemek ve yapmak gerekiyor. Mustafapaşa da bu başarılmış zaman içerisinde olsa bile bu yapılabilmiş. Tek bir kibritin yanına ikincisini üçüncüsünü ekleyebilirsen çoğalır Mustafapaşa kasabasının yanına başka bir yeri daha da fazlasını katmak isteyen Fabrikartgrup hayallerine söyledikleri gibi emin adımlarla ilerlemekteler Mustafapaşa’ da bu yapılabildiyse başka bir yerde istenilirse mega kentlerde bile yapılabilir. Bir su damlasıyken göl olunabilir. Sadece emek, istek ve sabır gerekli bence.

Not: Festival hakkındaki detaylı bilgiye http://www.fabrikartgrup.org/ adresinden ulaşabilirsiniz.